KasımpaşaHamamı /"Paseo de Hamam"in Türkce çevirisi
Bindokuzyüz elli yılları Türkiye'si genç demokrasinin getirdiği
yenilikler, Musevi Cemaati üzerine de yansımıştı. İkinci Cihan Harbi sona
ermiş; Türkiye'de hükümet, Demokrat Parti'nin eline geçmişti. Bu süre içinde
İsrail devleti kurulmuş; İstanbul'un Musevi Cemaati, emniyet kazanmış ve
geleceğe ümitle bakmaya başlamıştı.
Yaz aylarını Marmara Denizi kıyısındaki yazlıklarda,
kalabalık plajlarda geçiren şehirliler yaz sonu, İstanbul'un Avrupa yakasındaki
evlerine dönerlerdi.
Yaz mevsimi için kiraladığımız eski banyolu, kurnalı
Bostancı evlerinde sular odun sobalarında ısıtılır; böylece "hamam"a
gitmeye gerek kalmazdı. Ama kış aylarını geçirdiğimiz Kuledibi ve Şişhane'nin
küçük dairelerde durum farklı idi...
Bu apartmanların çoğunluğu, on dokuzuncu yüzyılda,
Avrupa stilinde inşa edilmiş olup, banyoları yoktu. Apartman sakinleri koca
leğenlerde yıkanabilmek için çaydanlıklarla su ısıtırdı. Cuma günleri ise,
yıkanabilmek için Kasımpaşa'daki hamama gidilirdi...
Cuma sabahları Kasımpaşa'nın küçük hamamı kadınlara ve
onlarla gelen çocuklara ayrılırdı. Cuma günleri, Yahudilerde yıkanma sevap
olduğundan, soğuk kış günlerinde amaçlı bir gezi özelliğini taşırdı.
Kasımpaşa Hamamı'na bulunduğumuz Kıblelizade Sokak'tan
yürüyerek 10 dakikada gidilirdi. Frej Han'ın karşısındaki Sarı Madam
Kahvehanesi'nin yanındaki dar yokuştan bir an önce yıkanma hevesiyle küçük
hamama varırdık.
Bir cuma sabahı annem, ablam ve ben hamama gitmek
üzere hazırlanmaya başladık. Her zamanki gibi, eski valiz yüklükten çıkartıldı.
Bornozlarımızı, taslarımızı, taraklarımızı ve levanta kokan temiz
çamaşırlarımızı yerleştirdik.
O gün, Kasımpaşa Yokuşu'nu inip de hamamın önüne
geldiğimizde, heyecanlı bir kadınlar grubu ile karşılaşmıştık. Meçhul birileri
hamam kapısı üzerindeki "kadınlara mahsus" lehvasını ters çevirip
kargaşaya sebep olmuştu. Bunu fırsat bilen mahallenin külhanbeyleri, hamama
girişi kollarken; tellak Asiye hanım elinde takunyasıyla imdada yetişmiş,
hamamın erkenci müşterilerini fazla sıkıntıya sokmadan mahallenin işsiz, güçsüz
takımını kovalamıştı...
Sonradan mahallenin müstesna şahsiyeti Paytak Abdi
suçu üstlenmiş ve lehvayı çevirdiğini itiraf etmişti.
Kadınlar, bu cuma sabahı sefasının ters başlamasına
sinirlenmiş, tansiyonları yükselmiş, yanakları kızarmış ve ter içinde
kalmışlardı: "Hay Allah, güne sol ayağımızla başladık. Hangi hıyar şu
tabelayı çevirdi? Zaten erkek milletine güvenilmez. Demek hamama dalmak için
fırsat kolluyorlarmış. Allah, beterinden korumuş. Allah, Asiye hanımdan razı
olsun. Ne cesur kadın! Hızır gibi imdadımıza yetişti!" türünden
konuşmalarla Geveze Dora, Tombul Berta, Şapkacı Allegra, Terzi Margorit, Berber
Zimbul, Sümüklü Hürşi, Topal Janet, Şaşı Luna ve gelini, Arap Sara ve kızı kapı
önünde bekleşiyorlardı.
Çoğunluk Kuledibi'nden valiz ve çantalarıyla kalkıp
gelmişlerdi. Çöpçatan Sultana ta Balat'tan; Tombul Berta da Asmalımescit'ten
geliyordu...
Ortalık yatışınca girişteki oturma odasına yerleşip
hazırlandık. Takunya ve peştemallarımızla hamama girip kurnalarımıza yerleşir
yerleşmez hamamın içinde gene sesler yükseldi: "Allah artırsın,
babanı da getirseydin bari!"
Hamam'ın Müslüman müşterileri Estreya'nın oğluyla
dalga geçiyordu. Hala okula gitmediği halde, yaşına göre biraz olgunca gösteren
Yasefatçi, yerin dibine geçiyor; göz ucuyla annesine bakıyordu. Annemse alçak
sesle; "yahu niye bu afacanları babaları hamama götürmez" diye
söyleniyordu...
Hamamın iç odası tellakların yüksek sesleri,
yankılanan nağmeler, gözüne sabun kaçtı diye ağlayan çocuk sesleri, takırdayan
odun takunyalar, şarıl şarıl akan şu sesleriyle çınlarken, annem işini çabuk
halletmeye bakar; bizleri acele sabunlar, sıcak suları getirdiğimiz taslara
doldururduk.
Yıkanma faslı bittikten sonra gezintinin daha zevkli
olan yanı başlardı: Giyinme odasında yeme faslı.
O gün hamamın verdiği rehavet ile yarı uykulu Arap
Sara'nın yanına oturmuşum. İster istemez Şapkacı Allegra ile aralarında geçen
sohbete kulak misafiri oluyordum. Şapkacı Allegra, Sara'ya bir yemek tarifi
veriyordu: "Karatavuğun yumurtasını hiç kullanılmamış bir tencerede
haşlıyacaksın. Bu haşlanmış yumurtayı da bir kadın saçıyla yarıya bölüp,
gelinine yarısını yedirecek; diğer yarısını da hela deliğine atacaksın"
diyordu.
Nedense bu yemek tarifine hiç aklım yatmamıştı. Yemeği
helada ziyan etmek günah değil miydi?
Sara bir de "çocuğu olmayan kadınlar, karınlarını
gebe olan kadına sürtmelidir" diyordu.
Allegra'ysa ümitsiz bir tavırla, bunları denedikleri
halde Virjini'nin hala gebe kalmadığını anlatıyordu...
Arap Sara, "o zaman yeni doğmuş bebeğin sünnet
püskülünü etli pilav'a katmak kalıyor" diyordu. Virjini'nin bu pilavı
habersizce yemesi gerekiyordu. Sünnet püskülü lazımsa teyze kızının yeni doğmuş
bebeği Hayımaçi'ninki çok uygundu.
Bir an için, bütün bunları uyuya kalıp rüyamda
gördüğüm kaygısına kapılıp, kendimi çimdiklemiştim. Hamamdan çıkarken Topal
Luna, evde kalmış Şaşı Janet'e etli pilavdan yedirmeğe çalışırken, çekinmesem
etli pilav yemenin fayda ve zararları konusunda söz açmak istemiştim.
Günümüzde Arap Sara'nın hurafeleri ve kısırlığa
çareleriyle zaman zaman devam etse de hamam sefaları tarih oldu...
Bense o cuma sabahı şaşkınlığımın yanı sıra büyüklerin
dünyasındaki anlaşılmaz sırlarına kulak misafiri olduğum için ayrıcalık duymuş,
hamam dönüşü Kasımpaşa'dan Şişhane'ye doğru yokuşu tırmanırken, yeni
öğrendiklerimin etkisiyle bacaklarım ağırlaşmıştı sanki.

