Roz Kohen ve 1950’lerin İstanbul’unda Yahudiler
Roz Kohen, Bizans İmparatorluğu
zamanlarından beri İstanbul’da yaşayan Romanoit Yahudi ailelerinden birine
mensup bir yazar. Kendisi de İstanbul’da doğmuş, büyümüş, eğitim görmüş ve
evlenmiş; 1981’de, ilk kızının
doğumundan kısa bir süre sonra, ailesiyle birlikte ABD’ye göç etmiş. Halen St.
Louis’de bir kütüphanenin yöneticiliğini yapan Kohen’in, 1950’lerde geçen
çocukluğuna dair anılarını eğlenceli bir dille anlattığı ‘Estambol
Djudyo /Jewish İstanbul: A Collection of Memoirs and Illustrations’ adlı kitabı
Libra Yayınevi’nden çıktı. Ladino ve İngilizce, iki dilli olarak yayımlanan kitapta,
Bürkem Cevher AGOS gazetesi için (11 Ocak 2013) İstanbul’daki
Musevilerin o yıllardaki yaşamına ayna tutan Kohen’le, ‘Musevice’ ve ‘Yahudi
İspanyolcası’ olarak da adlandırdığı anadili Ladino ve kitabı üzerine konuştu:
• Türkiye’de Türkçe dışındaki anadillerine dair ön yargılar var. Siz, bu ön yargıların çok yoğun olduğu 1950’li yıllarda, evinizde Ladino konuşuyormuşsunuz…
Benim ilk duyduğum lisan Yahudi İspanyolcası dır Tabii, çocukken bilmiyorsun ne konuştuğunu. Çok iyi hatırlıyorum, ben üç yaşındayken Bostancı’daydık, çocuklarla dışarıda oynardık. Bir keresinde sıkılmış bir halde eve girmiş ve anneme “Ayva ne demek?” diye sormuştum. Çocuklardan biri “Bu bir ayva ağacı” demiş, anlamamışım, gelip anneme soruyorum… Demek ki o sıralarda öğreniyorum çocuklardan Türkçeyi. Ailem evde Musevice konuşuyordu. Biz okula başlayınca bu değişti tabii. Aynı şeyi Amerika’da kendi çocuklarımda da gördüm. Küçükken Türkçe konuşuyorlardı, okula başlar başlamaz İngilizceye geçtiler. Benim de İngilizcem iyi olduğu için onlarla İngilizce konuşmaya başladım. Ama bizimkilerle durum öyle değildi, onların Türkçesi yine bozuk kaldı. Biz onlarla Türkçe konuşuyorduk, onlar bizle Musevice konuşmaya devam ettiler.
• Kızlarınız biliyor mu Ladino?
Hayır, nereden bilsinler? Ben de evde 14-15 yaşına kadar duydum bu lisanı ama tek taraflı, katılmadan duydum.
• Türkiye’de Türkçe dışındaki anadillerine dair ön yargılar var. Siz, bu ön yargıların çok yoğun olduğu 1950’li yıllarda, evinizde Ladino konuşuyormuşsunuz…
Benim ilk duyduğum lisan Yahudi İspanyolcası dır Tabii, çocukken bilmiyorsun ne konuştuğunu. Çok iyi hatırlıyorum, ben üç yaşındayken Bostancı’daydık, çocuklarla dışarıda oynardık. Bir keresinde sıkılmış bir halde eve girmiş ve anneme “Ayva ne demek?” diye sormuştum. Çocuklardan biri “Bu bir ayva ağacı” demiş, anlamamışım, gelip anneme soruyorum… Demek ki o sıralarda öğreniyorum çocuklardan Türkçeyi. Ailem evde Musevice konuşuyordu. Biz okula başlayınca bu değişti tabii. Aynı şeyi Amerika’da kendi çocuklarımda da gördüm. Küçükken Türkçe konuşuyorlardı, okula başlar başlamaz İngilizceye geçtiler. Benim de İngilizcem iyi olduğu için onlarla İngilizce konuşmaya başladım. Ama bizimkilerle durum öyle değildi, onların Türkçesi yine bozuk kaldı. Biz onlarla Türkçe konuşuyorduk, onlar bizle Musevice konuşmaya devam ettiler.
• Kızlarınız biliyor mu Ladino?
Hayır, nereden bilsinler? Ben de evde 14-15 yaşına kadar duydum bu lisanı ama tek taraflı, katılmadan duydum.
Sonra ise artık duymak bile
istemiyordum. Çocukken iyi kullanamıyorsun, sonra da kullanmak
istemiyorsun.
• Türkçe anadiliniz gibi oldu o halde…
Tabii, sonra öyle oluyor. Türkçe okuma ve yazmayı okulda öğreniyorsun. Ladino sistematik bir lisan değil, kulak dolgunluğuyla öğrenilmiş ve yazılmamış bir lisan. 1992’de Seferad Yahudilerinin İstanbul’a gelişinin 500. yıldönümü nedeniyle büyük kutlamalar oldu İstanbul’da. O zaman tekrar ilgi duymaya başladım. Başta atasözleri gibi kalıpları hatırladım. Bir süre sonra Yahudiler arasında moda oldu, bu dili canlandıralım istedik. Öyle olunca ben de yazmak istedim. Yazdıkça hatırladığımı fark ettim. İnternetin de faydası oldu; internet gruplarında konuşuyorduk – yoksa kiminle canlandıracaksın ki?
• Hikâyeleri İngilizce mi yazmak daha kolay oldu sizin için, Ladino mu?
İlk olarak Yahudi İspanyolcası ile yazdım, sonra İngilizceye çevirirken daha anlaşılır hale getirmeye çalıştım.
• Türkçe anadiliniz gibi oldu o halde…
Tabii, sonra öyle oluyor. Türkçe okuma ve yazmayı okulda öğreniyorsun. Ladino sistematik bir lisan değil, kulak dolgunluğuyla öğrenilmiş ve yazılmamış bir lisan. 1992’de Seferad Yahudilerinin İstanbul’a gelişinin 500. yıldönümü nedeniyle büyük kutlamalar oldu İstanbul’da. O zaman tekrar ilgi duymaya başladım. Başta atasözleri gibi kalıpları hatırladım. Bir süre sonra Yahudiler arasında moda oldu, bu dili canlandıralım istedik. Öyle olunca ben de yazmak istedim. Yazdıkça hatırladığımı fark ettim. İnternetin de faydası oldu; internet gruplarında konuşuyorduk – yoksa kiminle canlandıracaksın ki?
• Hikâyeleri İngilizce mi yazmak daha kolay oldu sizin için, Ladino mu?
İlk olarak Yahudi İspanyolcası ile yazdım, sonra İngilizceye çevirirken daha anlaşılır hale getirmeye çalıştım.
• ABD ile Türkiye arasında Ladino kullanımı açısından fark var mı?
Hiç bilmiyorlar orada. Amerikalılar nasıl Türkiyeyi bilmez, oranın Yahudileri de başka Yahudi kültürlerinin olduğunu bilmiyorlar. Yahudi İspanyolcası Osmanlı İmparatorluğu ve Kuzey Afrika’da biliniyor. Sonra oradan Güney Amerika’ya gidenler olmuş, biraz da onlar biliyor.
• Kitapta anlattığınız, Yahudilere atfedilenin aksine, fakir bir hayat…
Evet ama bir şekilde zengin bir hayat o. Amerika’da milletin kocaman evleri ve arabaları var ama oturup bir yemek pişirmesini, sinemaya gitmesini bilmezler. Müzikten doğru dürüst zevk almazlar. Bunlar da bir çeşit zenginlik. Bu anıları yazarken onları görüyorum. Gerçi fakirdiler; bir kırık dolap, bir masa, bir sandalye var evlerinde ama İtalyanca müzik dinliyorlar, Fransızca biliyorlar. Her hafta sonu şık ve özenerek giyiniyorlar, Pera’ya sinemaya gidiyorlar, gezmeyi biliyorlar. Bu da başka türlü bir zenginlik. Amerika’da her açıdan fakirlik var ve kültürel fakirlik de çok büyük.
Hiç bilmiyorlar orada. Amerikalılar nasıl Türkiyeyi bilmez, oranın Yahudileri de başka Yahudi kültürlerinin olduğunu bilmiyorlar. Yahudi İspanyolcası Osmanlı İmparatorluğu ve Kuzey Afrika’da biliniyor. Sonra oradan Güney Amerika’ya gidenler olmuş, biraz da onlar biliyor.
• Kitapta anlattığınız, Yahudilere atfedilenin aksine, fakir bir hayat…
Evet ama bir şekilde zengin bir hayat o. Amerika’da milletin kocaman evleri ve arabaları var ama oturup bir yemek pişirmesini, sinemaya gitmesini bilmezler. Müzikten doğru dürüst zevk almazlar. Bunlar da bir çeşit zenginlik. Bu anıları yazarken onları görüyorum. Gerçi fakirdiler; bir kırık dolap, bir masa, bir sandalye var evlerinde ama İtalyanca müzik dinliyorlar, Fransızca biliyorlar. Her hafta sonu şık ve özenerek giyiniyorlar, Pera’ya sinemaya gidiyorlar, gezmeyi biliyorlar. Bu da başka türlü bir zenginlik. Amerika’da her açıdan fakirlik var ve kültürel fakirlik de çok büyük.

