İstanbul'un kış mevsimi sona ererken, Yahudiler temiz
hava alma niyeti ile Büyükada'ya yapacakları
bahar mevsiminin ilk ziyaretine hazırlanırlardı.
Kullandığı
komik deyişlerle bizleri her zaman
güldüren babam "haydi Adaya dürbünlü köpeği görmeye gidelim" diyordu.
Alelade bir gezi olmayacağını bilirdik böylece.
Büyükada'nın her zaman şehirdekinden çok değişik
ve sakin bir atmosferi vardı. Kendine
has mimarisi ve bahçeleri ile ada ziyaretlerimiz hiç bir zaman alelade değildi
aslında. Ziyaret ‘in amacı ne olursa
olsun her ada ziyareti gibi bu da hatıralardan
silinmeyecek bir gezi olurdu.
Gezi'nin başlangıcı Büyükada'nın iskele çıkışı idi. Çıkışta
vapur kalabalığını
çingene kızlar karşılardı.
Ellerinde demetler, çam dikenlerine takılmış nefis kokulu yaseminlerdi. Vapurdan inen kadınlar günün modasına
uygun yazlık elbiseleri, zarif beyaz
eldivenleri ile bu buketçikleri satın
alırdı.
Babam hevesle hemen ada
girişinin sağındaki Rum fırıncının dükkânına koşardı. Zaten çörekotu, susam, anason ve tarçın kokuları hepimizi
madam Mariola'nin pasta hanesine yöneltirdi. Fırıncı
Madam Mariola önlüğü ile bizleri karşılamaya
dükkân önüne çıkardı.
"Müsyü Izak, posi se
kala ise?"(1)
Rumca sohbetleri devam
ederken, diğer fırıncı
Rumlar da lafa karışır anlamadığımız
bu dilde ablamla beni işaret ederek
konuştuklarında, konunun bizlerle ilgili olduğunu anlardık.
"Ti naftos? Poli
omorfo.. to pedya kala ise?"(2)
Kese kağdındaki poğaça ve kurabiyeler Annemin el
çantasında, mimoza ağaçlarının
gölgesinde Splendid oteline doğru yollanırdık. Bu ziyaret ada aristokrasisi ile bu
mevsimdeki ilk karşılaşmamız
olurdu.
Splendid oteli çok lüks
olup klasik yağlı boya sanat
eserleri, hasır koltuklar, türlü saksılarla donanmış odaları balkonları
denize bakardı. Babamın
patronu David Safra bu otelin müdavimlerindendi ve bizleri sevinçle karşılardı.
Rumca başlayan sohbetleri Fransızca
‘ya dönüşür, Babam ezilip, büzülür, kibar iltifatlara başı önünde ve hürmetle karşılık
verirdi.
"Je vous remercie
mille fois et je m’excuse parce-que la petite, elle est timide. Monsieur Safra, et
nous ne voulons pas vous déranger.”(3)
Sonra bizleri bahane eden
babam patronu ile selamlaşır ve yolumuza devam ederdik.
Bizimkiler adanın Rum yaşam
stilini öve, öve bitiremezlerdi. "İstanbul’un Rumları ve özellikle adanın
Rumları her şeyi bilir ve çok zevklidirler. Güzellikleri dillere destandır,
evlerini zevkle döşerler, kibar ve hatırşinastırlar. Evlerindeki kristaller
Avrupa malıdır.
O gün, Bizans
aristokrasisi ve Osmanlı ileri gelenlerinin sürgün prens ve sultanlarının adası "Prinkipo'da kendimizi onlar kadar
aristokrat hissederdik.
Rum Madam Katerina ile
evli olan babamın kuzeni Rafael Benşuan tepe üzerindeki deniz manzaralı bahçeli
şirin Villa’da otururdu. Adanın diğer evlerindeki gibi bu evde de egzotik yağlı
boya tablolar, vazolar, ayna ve kristaller olup, geniş balkon kapıları dantel
perdelerle süslü idi.
Evin avlusundaki nar ve
mimoza ağaçları, ortancalar Madam Katerina'nın gurur vesilesi idi. Kendi şehir
yaşamımızda görmediğimiz bu özellikler bize ada sakinlerinin farklılıklarını ve
değerlerini temsil ederdi.
Madam Katerina'nın evinde
de Rumca ve Fransızca konuşulurdu. Bizimkilerin bu kuzenlerle olan bağları diğer
akrabalarla olan ilişkilerinden farklı idi. Duydukları hayranlığı her fırsatta
ifade ederlerdi.
Ada gezisi dönüşü evdeki
konuşmalarda Rumca terim ve söyleşiler bir hafta kadar devam ederdi. Gezi
öncesi "köpekli dürbünü göreceğiz" türü alaylı Musevi İspanyolcası deyimler yerlerini, canlandırıcı Rumca
atasözlerine bırakır, bizlere yeni ümitler getirirdi. “kathiyem bodi ya
kalo"(4)
Büyükada'nın aristokrat
yaşamının olumlu etkileri yeknesak yaşantımıza yansır, ziyaret sonrası eve taşıdığımız mimoza demetlerinin ömrü kadar devam
ederdi.
(1) Rumca. Bay Izak,
Nasılsınız?
(2)Rumca. "Kim
bunlar, Pek güzeller, çocuklar iyi mi?
(3) Fransızca. "Binlerce
teşekkürler, özür dilerim, küçük kızım çok çekingen, Müsyü Safra, sizleri daha
fazla rahatsız etmeyelim."
(4) Rumca. "Her yeni gün yeni ümitler getirir"
