15 Eylül 2013 Pazar

PRİNKİPO




PRINKIPO - Büyükada

 İstanbul'un kış mevsimi sona ererken, Yahudiler temiz hava alma niyeti ile Büyükada'ya yapacakları bahar mevsiminin ilk ziyaretine hazırlanırlardı.
Kullandığı komik deyişlerle bizleri her zaman güldüren babam "haydi Adaya dürbünlü köpeği görmeye gidelim" diyordu. Alelade bir gezi olmayacağını bilirdik böylece.

Büyükada'nın her zaman şehirdekinden çok değişik ve sakin bir atmosferi vardı. Kendine has mimarisi ve bahçeleri ile ada ziyaretlerimiz hiç bir zaman alelade değildi aslında. Ziyaret ‘in amacı ne olursa olsun her ada ziyareti gibi bu da hatıralardan silinmeyecek bir gezi olurdu.

Gezi'nin başlangıcı Büyükada'nın iskele çıkışı idi. Çıkışta vapur kalabalığını çingene kızlar karşılardı. Ellerinde demetler, çam dikenlerine takılmış nefis kokulu yaseminlerdi.  Vapurdan inen kadınlar günün modasına uygun yazlık elbiseleri, zarif beyaz eldivenleri ile bu buketçikleri satın alırdı.

Babam hevesle hemen ada girişinin sağındaki Rum fırıncının dükkânına koşardı. Zaten çörekotu, susam, anason ve tarçın kokuları hepimizi madam Mariola'nin pasta hanesine yöneltirdi. Fırıncı Madam Mariola önlüğü ile bizleri karşılamaya dükkân önüne çıkardı.
"Müsyü Izak, posi se kala ise?"(1)
Rumca sohbetleri devam ederken, diğer fırıncı Rumlar da lafa karışır anlamadığımız bu dilde ablamla beni işaret ederek konuştuklarında, konunun bizlerle ilgili olduğunu anlardık.
"Ti naftos? Poli omorfo.. to pedya kala ise?"(2)
Kese kağdındaki poğaça ve kurabiyeler Annemin el çantasında, mimoza ağaçlarının gölgesinde Splendid oteline doğru yollanırdık. Bu ziyaret ada aristokrasisi ile bu mevsimdeki ilk karşılaşmamız olurdu.

Splendid oteli çok lüks olup klasik yağlı boya sanat eserleri, hasır koltuklar, türlü saksılarla donanmış odaları balkonları denize bakardı.  Babamın patronu David Safra bu otelin müdavimlerindendi ve bizleri sevinçle karşılardı. Rumca başlayan sohbetleri Fransızca ‘ya dönüşür, Babam ezilip, büzülür, kibar iltifatlara başı önünde ve hürmetle karşılık verirdi.
"Je vous remercie mille fois et je m’excuse parce-que la petite, elle est timide. Monsieur Safra, et nous ne voulons pas vous déranger.”(3)
Sonra bizleri bahane eden babam patronu ile selamlaşır ve yolumuza devam ederdik.
Bizimkiler adanın Rum yaşam stilini öve, öve bitiremezlerdi. "İstanbul’un Rumları ve özellikle adanın Rumları her şeyi bilir ve çok zevklidirler. Güzellikleri dillere destandır, evlerini zevkle döşerler, kibar ve hatırşinastırlar. Evlerindeki kristaller Avrupa malıdır.
O gün, Bizans aristokrasisi ve Osmanlı ileri gelenlerinin sürgün prens ve sultanlarının adası "Prinkipo'da kendimizi onlar kadar aristokrat hissederdik.
Rum Madam Katerina ile evli olan babamın kuzeni Rafael Benşuan tepe üzerindeki deniz manzaralı bahçeli şirin Villa’da otururdu. Adanın diğer evlerindeki gibi bu evde de egzotik yağlı boya tablolar, vazolar, ayna ve kristaller olup, geniş balkon kapıları dantel perdelerle süslü idi.
Evin avlusundaki nar ve mimoza ağaçları, ortancalar Madam Katerina'nın gurur vesilesi idi. Kendi şehir yaşamımızda görmediğimiz bu özellikler bize ada sakinlerinin farklılıklarını ve değerlerini temsil ederdi.

Madam Katerina'nın evinde de Rumca ve Fransızca konuşulurdu. Bizimkilerin bu kuzenlerle olan bağları diğer akrabalarla olan ilişkilerinden farklı idi. Duydukları hayranlığı her fırsatta ifade ederlerdi.
Ada gezisi dönüşü evdeki konuşmalarda Rumca terim ve söyleşiler bir hafta kadar devam ederdi. Gezi öncesi "köpekli dürbünü göreceğiz" türü alaylı Musevi İspanyolcası deyimler yerlerini, canlandırıcı Rumca atasözlerine bırakır, bizlere yeni ümitler getirirdi. “kathiyem bodi ya kalo"(4)
Büyükada'nın aristokrat yaşamının olumlu etkileri yeknesak yaşantımıza yansır, ziyaret sonrası eve taşıdığımız mimoza demetlerinin ömrü kadar devam ederdi.

(1) Rumca. Bay Izak, Nasılsınız?
(2)Rumca. "Kim bunlar, Pek güzeller, çocuklar iyi mi?
(3) Fransızca. "Binlerce teşekkürler, özür dilerim, küçük kızım çok çekingen, Müsyü Safra, sizleri daha fazla rahatsıetmeyelim."
(4) Rumca. "Her yeni gün yeni ümitler getirir"